AV. BİRSEN UÇAR

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR

25 Mart 2021 Perşembe Saat: 10:05

 2021 yılının ilk 78 gününde 78 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Yok saymak görmezden gelmek mümkün değildir.

Anayasa 2. Madde hükmü gereği Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir. Anayasa Madde 17 :’  Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. ‘ Madde 10:’Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.’ Hükümlerini düzenlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel yasasında belirtilen hususlar bireylerin eşit ve özgür şartlarda yaşamasının teminatıdır. Anaysa 90. Madde hükmü ise’… Usulüne göre yürürlüğüne konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.’ Düzenlemesini getirmiştir.

‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ‘  bilinen adıyla kısaca ‘İstanbul Sözleşmesi ‘ olarak anılmaktadır. Sözleşme İstanbul’da imzaya açılmakla ilk imzacı ve ev sahibi Türkiye’dir. İstanbul Sözleşme’si 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanmış ve sözleşme 01 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme ile şiddetle mücadelede devletler bütüncül politikalar geliştirmek, önleme, koruma ve etkin kovuşturma başlıklarından oluşmaktadır.

Sözleşme ile kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadın ile erkek arasında tarihsel sürecin sonucu oluşan güç ilişkilerinin kadının erkekler karşısında ikincil konumda bırakmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Sözleşmenin amacı ‘ kadınları her türlü şiddetten korumak ve kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmaktır. Bir diğer başlıkta ise kadına karşı ‘her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yoluyla da dahil olmak üzere kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmektir. Sözleşme ile taraf devletler özellikle mağdurun haklarını korumaya yönelik tedbirlerin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, siyasi ve siyasi olmayan düşünce, mülkiyet, toplumsal cinsiyet kimliği, medeni hal, göçmen yada mülteci olma, sakatlık, soy, ve benzeri herhangi bir ayrım gözetmeksizin uygulanmasını güvence altına alır. Burada dikkat edilmesi gereken husus Anayasa’da yer alan 17. Maddedeki ‘herkes’ tanımının kapsama alanıdır. Ve herkes tanımın içinde ‘ama’ olamaz. Anayasa herhangi bir cinsi, ırkı, soyu, zümreyi, topluluğu bir diğer bireyin karşısında farklı kılmamıştır. Bu düzenleme temel insan haklarına dayalı bir düzenleme olup Anayasa 17. ve 90. Madde hükmü doğrultusunda yürürlüğe girmiştir. Sözleşme hükümleri okunduğunda şiddetle ve ayrımcılıkla gerek özel ve gerekse kamu alanında mücadele etmenin amaçlandığını görmek mümkündür.

               Sözleşme farkındalık artırma, önleyici müdahale ve tedavi programları, profesyonellerin eğitimi özel sektör ve medyanın katılımı, genel destek hizmetleri, sığınma evleri, telefon yardım hattı, şiddet tanığı çocuklar için koruma ve destek, fiziksel şiddet, tecavüz dahil cinsel şiddet, zorla evlilik , ‘namus’ adı altında işlenen suçlarda kabul edilemez gerekçeler, yaptırım ve tedbirleri düzenlemiştir. Namus cinsiyeti olan bir kavram değildir. Bir sığınak olarak kullanılmaya çalışılan bir kalkandan ibarettir. Sözleşmenin hiçbir hükmü iddia edildiği gibi aileye ilişkin düzenleme getirmemektedir. Kaldı ki bir yasal düzenlemenin bir kurumu zedeleyebilir olması da hukuken mümkün değildir. Kaldı ki iki insan arasında gerçekleşen ve ancak tüm toplumun müdahil olduğu ve bu kurumdaki bireyleri yönlendirmeye baskılamaya ve kontrol etmeye çalıştığı evlilik modeli yaşamak zorunda insan var. Bunu bilmemek de araştırma eksikliğinden ibarettir. Bu noktada ülkemizin somut gerçeklerine değinmek gerekir. Bu sözleşme aile bireylerinin tamamını korur. Peki oransal olarak en çok kimler şiddete maruz kalıyor? Kadınlar, çocuklar, engelliler gibi dezavantajlı gruplar. Peki sözleşme aleyhine çalışmaları kimler yapıyor? Dezavantajlı grupların ve özellikle kadınların yaşama, şiddet görmeme, şiddet mağduru ise gerekli hukuki, psikolojik ve sağlık desteklerini alma haklarına karşı çıkanlar. İşte kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’ne dahi saldırı yine kadına şiddet şeklinde vuku buluyor. Burada önemle belirtmek gerekir ki sözleşme ‘tüm şiddet ve ayrımcılık mağdurlarını ’ korur. Ve aslında bu korumanın politikalar geliştirmek noktasındaki dayanağı da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’dır. Anayasal bir düzenleme olan Uluslararası sözleşme hükümlerini okuyan her makul, sağduyulu ve şiddet ve ayrımcılık karşıtı insan bu sözleşmenin ilk imzacısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olmaktan gurur duymalıdır.

               Ülkemizde maalesef kadın cinayetleri, hayvanlara şiddet, çocuk istismarı vakıaları azalması arzu edilmekte iken her geçen gün artmaktadır. İşte bu alanda ciddi politikaların geliştirilmesi, ülke olarak topyekûn mücadele edilmesi gerekmekte ilken aslında tam olarak uygulanamayan ve bundan dolayı da birçok kadının korunamaması nedeni ile hayatını kaybetmesi acil bir durumla karşı karşı karşıya olduğumuzu defalarca göstermiştir. Ve ancak sözleşme karşıtlarını toplumsal hiçbir tepkide görememekteyiz. Bu nedenle aklıselim bir şekilde tabloyu görebilmek, şiddet nedenleri ile etkin mücadelenin hedeflendiği, ayrımcılığın ve kadın erkek eşitliğinin teşvik edildiği, geleceğe şiddetten arınmış bir yaşam hedeflendiğinin farkında olmak gerekmektedir. Cinsiyet eşitliği ve ayrımcılığa maruz kalmadan insan haklarına uygun olarak, farklı din, din, ırk ve kültürden gelen Anadolu coğrafyasında Türkiye Cumhuriyet çatısı altında yaşayan her bireyin Anayasal, kültürel ve tarihsel hakkıdır.

               Şiddete maruz kalan ve maruz kalma tehlikesi altında olanları bu sözleşme hukuki, psikolojik, danışmanlık hizmeti, finansal yardım, konut sağlama, eğitim, öğretim ve iş bulma alanlarında destekler ve korur. Her türlü şiddet olayına ilişkin de 7 gün ve 24 saat erişilebilir acil destek hatları ile telefon yolu ile destek sağlar ve bu uygulama İstanbul Sözleşmesi’ne göre hayata geçirilmiştir. Özellikle kadınların ve tüm çocukların kalacakları ve sığınacakları yerin teminini sağlar. Şimdi bu korumadan hangi gerekçe ile rahatsız olunduğunu anlamak güçtür. Aile kavramının zarar görmesi nedeni ile kutsandığı bahanesi arkasına sığınılmakla, ailede kadının yerinin ikincil, şiddete ses çıkarmayan halde olmasından hoşnut olan hükümranlık sahiplerinin düşünceleridir. Aileyi ‘şiddet’ parçalar. Şiddete ses çıkaran kadınların öldürüldüğü ve cinayetlerin arttığı, kişisel gelişimlerini tamamlayamayan bireylerin yer aldığı, evliliği salt ‘erkeğin’ kararına bağlı, kadının iradesini yok sayan yapı taşlarının mevcudiyetinin inkar edilmesi mümkün değildir. Bu seçenekler dışında her iki tarafın evlilik birliğini ortak kararla devam iradesi şeklinde giden hiçbir evliliği yasal hiçbir kurumun parçalamasına olanak ve imkan yoktur. Aksini düşünmek hayal ürünüdür. Boşanma hükümlerini, Türk Medeni Kanunu düzenlemiştir. Ve Medeni Kanun’da sınırlı sayıda boşanma nedenleri sayılmıştır. Ve şiddet bir boşanma nedenidir. Şiddet toplumun en ciddi sorunlarının başında gelmekte iken, insan olarak bu hükümlerin karşısında kimsenin durmayacağı ve herkesin bu hükümleri istisnasız destekleyeceğine kuşku yoktur. Eksik bilgi hataya, hata ise şiddet mağduru kadınlar ve çocuklara ve toplumsal çözülmeye götürür. İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan hükümlerin tam ve eksiksiz uygulanması tek çözümdür.

               İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların ve şiddet zihninde her ne ad altında olursa olsun vakıalarını normalleştirenlerin ve ülkemizin ‘Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporunda  ‘ kadın erkek eşitliği endeksinde 149 ülke arasında 130. Sırada olmanın verdiği üzüntüyü derinden duymalıdır. Ve İstanbul Sözleşmesi uygulanmalıdır.

      Farklı beden, inanış, cins, dil ve dinlere sahip olmak farklı fikirlerde olmanın da kapısını aralamaktadır. Anayasa ve Uluslararası sözleşmelerin bu farklılıklar arasında herkesi kanun önünde ve yaşama hakkı önünde eşit kıldığını içselleştirmek bir insanlık görevi ve ödevidir. Kadının temel insan hakkını güvenceye alan ve buna ilişkin sözleşme ekinde kurulan Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Müdürlükleri, Sığınma evleri, çeşitli kurum ve kuruluşlar, Alo 183 hattı, KADES uygulaması ve 6284 Sayılı Yasa. Tüm bunlara dayanak olan İstanbul Sözleşmesi olduğunu hatırlatmak gerekir. Sözleşmenin tam anlamıyla uygulanmasında eksikler giderilmeli iken anılan kurumların ve Bakanlığın yok sayılmasını ve kadının toplumsal hayatta yok sayılması şiddetin artmasına yol açacaktır.