15 Eylül 2025 Pazartesi Saat: 10:17
Önce koca bir kazan konuluyor ateşin üzerine.
Kesilen, biçilen, doğrananlar atılıyor içine.
Su ilave ediliyor.
Sonra işin ehli başlıyor karıştırmaya.
Her şey iç içe geçiyor.
Ateşi harlandırdıktan sonrası basit.
Kazan ısınmaya, kaynamaya, fokurdamaya başlıyor.
Biz seyrediyoruz.
Sonrası malum.
İstedikleri gibi servis ediyorlar.
Masanın tam ortasına koyuyorlar.
İster ye,
İster yeme…
***
Rahmetli annem de aynı taktiği uygulardı.
Çorba yapar, koyardı masanın ortasına.
İçinde ne olduğunu bilmediğimiz çorba bize, biz çorbaya bakardık.
- Hadi soğutmayın, kaşıklayın çorbanızı…
Her seferinde, farklı malzemeler gelirdi kaşıklarımıza.
Neler vardı bunun içinde?
Şaşırırdık.
Kaşıktaki malzemeye bakar sorardık.
-Anne bu ne?
-Sebze işte. Vitamin. Çok faydalı. Kaşıkla.
Biz ne yediğimizi öğrenmeye çalışırdık oysa.
İster ye,
İster yeme.
Annem, elinde mevcut malzemeyi idareli kullanarak, tencereyi kaynatma çabası içindeydi.
Havuç vardı sebze çorbasının içinde.
Patates, kabak, soğan, sarımsak, domates, bezelye, un, yoğurt…
Bir de bilemediğimiz, aklımızın ermediği şeyler.
Elinde ne varsa…
***
Soru soramaz, sorgulayamazdık.
Korkardık çünkü.
Tabakta ne varsa bitirmeye çalışırdık.
Ayağında kocaman terlik, kapının arkasında süpürge,
En kötüsü kepçe hemen yanı başındaydı.
***
Tabaktakileri kaşıklıyorduk mecburen.
Beğen,
Yada beğenme…
Ekmekle sıyırıyorduk dibini.
Aç kalmak yada başın ağrısın istemiyorsan kural basitti aslında.
Önüne ne konulmuşsa,
Yiyeceksin.
***
Yiyoruz…
Yemek zorunda kalıyoruz…
İçinde ne var?
Sorma kardeşim, kaşıkla.
Bak kepçe geliyor kafana.
Hadi afiyet olsun…