HABER ARAMA
Ordu Nöbetçi Eczaneleri
HABER ARŞİVİ
Lütfen Bir Tarih Seçiniz
ANKET
Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?
  • Gayet Güzel
  • Kullanışlı
  • Beğenmedim
SON DAKİKA HABERLER
Ordu Havaalanı Transfer Samsun Havaalanı Vip Transfer
5 Şubat 2021 Cuma Saat: 11:20

ORTAK (ÖYKÜ)

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı biliyorum.
ORTAK (ÖYKÜ)

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı biliyorum. Mor bulutların şehrin üzerinde olduğu bir akşam saatinde, ardında bizi ne beklediğini bilmediğimiz bir siyah kapı açıldı önümüzde. Ve bizler o kapının içinden geçtik teker teker. Kömür karası rengi ellerimize yüzümüze bulaştı. Sanki bundan önce hiç yaşamamıştık hayatı ve hiçbir ayrıntı bizim değildi. Gün doğduğunda bizlere yeni bir hayat verilmiş ya da başka dünyadan gelmişiz gibi başlayacaktık her şeye.

Babamı kaybetmiştik. Evimizde her an gücünü hissettiğimiz, varlığıyla bizleri ayakta tutan bir çınar sanki kökünden çürümüş gibi devrilip yok olmuştu. Hiç haber vermeden, hiç yapraklarını dökmeden. Bir akşam rüzgâra karşı koyamayıp, düştü dediler. Toprağa verdik onu. Hepimiz yüreklerimizden kurşun yemiş gibi yaralıydık. Deprem oluyordu bedenimizde. Yıkılan umutların üzerine ağır dağlar çöküyordu zaman zaman. Ağlayamıyorduk. Şaşkın bir halde, karanlık tünelin içinde el yordamıyla yürüyor, ayakta durmaya çalışıyorduk. Özellikle annem. Kolunu kaybetmişti sanki bacağını, gözünü, kulağını, yarısını… Farkında değildi ama yürürken bedeninin bir yanı çökmüş, sanki sürüklüyordu o yanını.

O andan sonra garip bir duyguyu çok sık hissetmeye başlayacaktık. O andan sonra bu zamana kadar hiç bilmediğimiz o garip duygu çoğu zaman gelip yüreklerimize bir yılan gibi çöreklenecek, gece karası düşünceler kafamızın bir köşesinde oturup, her zaman bizlere acı gülümseyecekti. Korku…

O günden sonra korku hep bizimle yaşamaya başladı. Bizimle uyandı, bizimle sofraya oturdu, bizle yatağa girdi.  Kimi zaman bir kapının ardında gölgesini gördük onu, kimi zaman pencerenin ardından bize bakarken yakaladık. Kar yağarken izlerinden ayaklarının ne kadar büyük olduğuna şahit olduk. Karanlık akşamlarda duvarlara gölgesi yansıdı, kirli sakallarını, pis kokan nefesini her daim hissettik ensemizde.

Babamdan sonra çok şey değişti evimizde. Alışıla gelmiş birçok şey değişti sonra. Annem, ablam ve dört erkek kardeşimle birlikte kışın sokağa atılmış ıslak bir köpek yavrusu gibi hissediyorduk kendimizi. Sahipsiz kalmıştık birdenbire. Meğer babam yaşamımızın her anında bizimle berabermiş farkında değilmişiz.

Bir an evvel toparlanmak, hayata kaldığımız yerden devam etmek zorundaydık. Bir akşam yemek sonrası annem tek başına verdiği kararını açıkladı masada. “Gidiyoruz buradan. Memlekete dönüyoruz.”

Nihayet doğduğumuz topraklara dönüyorduk. Bu mecburi bir dönüşte olsa mutluyduk. Alel acele topladık eşyalarımızı. Bir kamyonun arkasında eşyalarla birlikte yapacağımız uzun yolculuğa hazırlandık hep birlikte. 

Vakit geldi. O gün komşularımızın da yardımıyla eski bir kamyonun kasasında aldık yerimizi. Hemen Şoför mahallinin arkasında hazırlanan iki metre kare yere serdiğimiz sünger yatak ve birkaç ufak yastıkla birlikte en az 15 saat sürecek olan yolculuğa başladık. Karanlık bir yolculuktu bu. Üstümüz brandayla kapalı, göz gözü görmeyen, ara sıra kısa süreli yaktığımız çakmak ışığı ve hiç bitmeyen kulaklarımız tırmalayan motor sesi. Yolculuk bütün gece sürecek ve nasıl olsa çoğu uykuda geçecekti.

Motor çalıştı, teker dönmeye başladı. Karanlığın içerisinde yol almaya başladık. Bir süre sonra motor gürültüsüne alıştı kulaklarımız. Sonrasında sağa sola sallanır bir vaziyette daldık uykularımıza.

Uzun zaman sessizce bir kaçak misali sürdü yolculuğumuz. Uykudan uyandı kardeşlerim. Belli ki zaman bir hayli geçmiş ve sabah olmuştu. Karanlık ve motor gürültüsü iyice bıktırmıştı. Gün ışığını görmek istiyorduk lakin brandayı açmamamız sıkı sıkı tembih edilmişti bizlere.

Bir süre sonra kamyonun ön tarafından, brandanın köşesinden küçük bir ışık sızdığını fark ettik. Neredeydik acaba? Biraz olsun arayı açarsak, hem temiz havaya kavuşacaktık, hem de çevremizi görüp nerede olduğumuzu anlayacaktık. Biraz zorlayınca brandanın bir kenarından başımızı çıkarabilecek kadar bir aralık açmıştık. Heyecanla baktık etrafa. Yağmur yağıyordu üzerimize. Hafif çiseleyen yağmurla ıslanıyordu saçlarımız. İlk kez denizi gördük o an. Masmavi, uçsuz bucaksız…

Selimiye mahallesinde, hemen caminin karşısında tek katlı bir evin içerisinde bulduk kendimizi. 1977 yılında Ordu’ya yerleştik. Artık yeni bir sayfa açmıştık yaşamımızda. Ailemizde kalanlarla birlikte yola devam edecektik.

Ben o zaman liseye yeni başlayacak bir yaştaydım.  Kardeşim ise ortaokulda henüz. Ordu Lisesine kayıt oldum.  O günlerde bir şey fark ettim. Sadece emekli maaşıyla dönmüyordu bu çark. Bizlerde bir şeyler yapmalı, eve para getirmenin yollarını bulmalıydık.

Her gün okula gider gelirken postanenin önündeki sıra sıra dizilmiş, bizimle aynı yaşta olan boyacı çocuklar ilişti gözüme. Elleri kir pas içerisindeki bu çocuklar iyi para kazanıyor olmalıydılar.  Hemen bir boya sandığı ayarladık kendimize. Bir marangoz atölyesinde yaptırdığımız çok afili olmasa da boya sandığını sırtlanıp postanenin önündeki yerimizi aldık.

Önceleri pek hoşuna gitmedi oradaki çocukların. Yerimizi alana kadar çok kavga ettik. Çok dayak yedik… Sonraları alıştık birbirimize. Onlarından bizlerden pek farkı olmadığını anladım.

Hem okuyorduk, hem de ayakkabı boyayıp para kazanıyorduk.  Kardeşimle yapıyorduk bu işi. Sabahtan öğlene kadar ben, öğleden akşama kadar ise kardeşim boya sandığından kısmetimizi çıkarıyorduk.

Bir süre sonra bu işe alıştık. İyi kazanıyorduk hani. Ailemize yük olmadığımız gibi, ihtiyaçlarımızı da karşılıyorduk ki, ben o zamanlarda alıştım tek başıma sinemaya gitmeyi. Tek sıkıntımız vardı. Akşamları yatağa girerken gece karası kirli ellerimizi ne kadar çok yıkasak da, o siyahlık hiçbir zaman yok olmuyordu parmak aralarımızdan. Ertesi gün sınıftaki arkadaşlarımız ellerimizi sıkmıyorlardı. Elimiz karaydı çünkü…

Güzel bir sistem kurmuştuk. Kardeşimle olan ortaklığımızda hiçbir sıkıntı olmadı. Tek kural vardı. İkimizde gün içerisinde para kazanmaya devam edeceğiz. Akşam oturup yarı yarıya bölüşeceğiz. Gayet adil ve mantıklı bir ortaklıktı bizimkisi. Biz hem kardeş, hem de ortaktık. Akşamları parayı bölüşürken, “Allah bin bereket versin ortak” diyorduk…

Sonra bir gün bir şey oldu. Şeytanla tanıştım o gün. Sabahtan öğlene kadar çalıştıktan sonra, öğleden sonra boya sandığını kardeşime teslim ederken,  kendi adıma kazandığım paranın yarısını bir cebime, diğer yarısını öbür cebime koydum ve akşam kazandıklarımız ortaya koyarken sadece bir cebimdekini verdim. Biriken tüm parayı ikiye böldük yine. O günden sonra hep böyle devam etti.  Ben hep çok kazanan oldum. Ortağımın cebine hep az para girdi.

*********

Bugün 58 yaşımdayım. Hiçbir zaman unutmadığım ve hep pişmanlık duyduğum bir yaşam dilimidir o zaman. Aradan çok sene geçti. Uzun zamandır başımızı sokacak bir ev arıyorduk. Bulduk, lakin biraz daha para gerekiyordu. Bankadan kredi çekmeyi düşünüyordum ki; kardeşim aradı. Ev alacağımı duymuş.

“Nasılsın ortak” dedi gülümseyerek…

“İyiyim, sen?”

“Ben de. Ev alacakmışsın ha…”

“Öyle Allah kısmet ederse…”

“Benimde çorbada tuzum olsun, ben de yardım etmek istiyorum, sen benim ağabeyimsin,  seni mutlu görmek istiyorum. Hem unutma biz ortağız. Ortaklar birbirinin zor gününde yanında olur…”

Ev başıma yıkıldı. Duvarlar altında kaldım sanki. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen çaresiz bir adam gibi hissettim kendimi… Nefes almaya çalıştım, alamadım. Boğazım düğümlendi. Ne diyeceğimi bilemedim. Yüzüm kirli ayakkabılara sürdüğümüz boya gibi kapkaraydı.

“Sağ olasın” diyebildim sadece. “Sağ olasın…”

Çocukluğumda sokakta oynarken, kocaman at sinekleri yakalar, kanatlarını koparırdık… Sonra küçük bir su birikintisi ortasına taş parçası koyup, küçük bir ada yapardık… Kanatlarını kopardığımız o sinekleri etrafı suyla çevrili taş parçasının üzerine koyar, büyük bir keyifle oturup sineklerin kurtulmak için çırpınışını izlerdik… Sinekler uçmak ister ama kanatları olmadığı için uçamazdı… Taşın üzerinden kurtulmak için bir sağa bir sola koşar ama etrafı su olduğu için bir türlü kurtaramazlardı kendilerini… Ama o yine de hiç durmadan koşarlardı… Aradan saatler geçerdi. Sinekler hala o taşın üzerinde olurdu ama bu sefer biraz daha farklı… Koşmaktan yorulmuş bıkkın ve umutsuz… Sonra koca bir taşı alır, patlatırdık kafalarına… Bir daha… Bir daha… Bir daha… Sinekler o taşa yapışır kalırdı…  Kendimi çaresiz bir sinek gibi hissettim.

Gözlerim yaşardı. Ağlamama engel olamadım. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildiğimde, parmaklarımın arasında hala boya lekesi vardı sanki. Sadece ellerimde değil, kim bilir yüreğimde, vicdanımda…

 

 

 

Anahtar Kelimeler : ORTAK, (ÖYKÜ)

Haber Yorumları ( 0 Adet)

Adınız
E-mail Adresiniz
Güvenlik Kodu Lütfen Resimdeki kodu yazınız
Bu Habere Yorum Yapılmamış.
İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz?

Son Haberler

 

Ordu Yeni Haber Gazetesi Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz :
Email Adresiniz :
Arkadaşınızın İsmi :
Arkadaşınızın E-Mail Adresi :
Varsa Mesajınız
Güvenlik Kodu Lütfen Resimdeki kodu yazınız