HABER ARAMA
Ordu Nöbetçi Eczaneleri
HABER ARŞİVİ
Lütfen Bir Tarih Seçiniz
ANKET
Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?
  • Gayet Güzel
  • Kullanışlı
  • Beğenmedim
SON DAKİKA HABERLER
Ordu Havaalanı Transfer Samsun Havaalanı Vip Transfer
5 Ekim 2020 Pazartesi Saat: 09:40

“4 EKİM KUTLAMA DEĞİL, İMDAT ÇAĞRISIDIR”

HAYTAP( Hayvan Hakları Federasyonu) Ordu Temsilcisi ve HAYTAP -Ordu Üye Derneği ORKİNOS Genel Sekreteri Mehtap Sağsen, 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü nedeniyle bildiri yayımladı. Sağsen’in yazılı olarak yayınladığı bildiri de hayv
“4 EKİM KUTLAMA DEĞİL, İMDAT ÇAĞRISIDIR”

HAYTAP( Hayvan Hakları Federasyonu) Ordu Temsilcisi ve HAYTAP -Ordu Üye Derneği ORKİNOS Genel Sekreteri Mehtap Sağsen, 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü nedeniyle bildiri yayımladı. Sağsen’in yazılı olarak yayınladığı bildiri de hayvanları koruma ve hayvan hakları konularına dikkat çekildi.

HAYTAP tarafından yayınlanan bildiri şu şekilde kaydedildi: Dünya var olduğunda, ilk ortaya çıkan dünyanın gerçek sahipleri hayvanlardı. Eski çağları incelediğimizde, dinozor adı verilen hayvan, kendinden başka türdeki ot obur dinozorları aklı, gücü ve becerisi ile yok edebilme özelliğine sahipti. Bu yırtıcı, kendinden farklı türdeki tüm dinozorlara korku salmaktaydı.

Tyrannasaurus Rex,  Charcharodontosaurus, Dloposaurus gibi türler, dinozorlar çağının gelmiş geçmiş en tehlikeli isimlerinden sadece birkaçı idi. Kendilerinden farklı dinozor türlerini alt edebilen bu canavarların, günün birinde bir doğa olayı ile yok olması, kendilerinden çok daha üstün güce sahip, üstelik aklı ve mantığıyla hareket etme yeteneğiyle kuşatılmış bir canavarın dünyada oluşmasına fırsat verdi. Bu, şüphesiz insandı....

İnsan dünyaya hüküm saldığından bu yana, hayvanları kendi ihtiyaçları için kullanmıştı.Dünya geçmişten günümüze çağdaşlaşma yolunda ilerlerken, vicdansızlaşma yolunda da, bayağı yol kat etmişti. İnsan denen canavarın yapı taşlarını oluşturan ego ve hırs, Tanrı’nın İpekten kozalar içinde naifçe yarattığı günahsız hayvanları, acımasız ve adil olmayan uygulamalarla kullanmaya başlamıştı. Doğal kaynakların, yaşanabilinir alanların, kendi türleri tarafından yok edildiğini ve doğanın ayrılmaz parçası olan hayvanların  dünya üzerinde ne denli önemli bir halka olduklarını fark edip araştıran duyarlı insanlar, ilk kez 1822 yılında İngiltere’de bir araya gelerek, Hayvanları Koruma Birliği kurmuş, 1931 yılında ise, farklı ülkelerden oluşan insanlarla, Hollanda’nın Lohey şehrinde "Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu’nu oluşturup,  4 Ekim’i Dünya Hayvanları Koruma Günü " ilan etmişlerdi. 

Ancak, Avrupa’nın hayvanlara yapılan eziyetleri bizden önce dile   getirmesi ve  savunmaya başlaması, hayvanların tüm dünyada korumasına ve kollamasına yeterli olabilir miydi? 

Maalesef yetmedi, yetemedi...

Türkiye’de ise, resmi olarak 2004 yılında TBMM tarafından kabul edilen 5199 Hayvanları Koruma Yasası, günümüzde de  yasadan sorumlu Orman ve Su İşleri Bakanlığının yapacak daha önemli işleri olduğundan(!)  hayvanların hayatlarını zorlaştıran aksaklıklarla devam etmektedir. Kendi habitatarı yok olup yaşam alanları daralan ve zaman geçtikçe evcilleşmeleri kaçınılmaz hal alan, dolayısı ile de insanlarla iç içe giren hayvanlar, 5199’ da var olan yasa boşlukları yüzünden,  kentlerde beton kutularda yaşamayı tercih ederek  kendini doğadan soyutlayan insanların, rant peşinde koşan belediyelerin  korkulu rüyası haline geldi. Zaman geçtikçe,

yaşam hakkı savunucuları tarafından kullanılan “Sokak Hayvanlarının Sorunu” ibaresi, toplum bilgisizliği yüzünden ”Sokak Hayvanları Sorunu“ ibaresi olarak kullanılmaya başlandı. Yüzyıllardır bizim dostumuz olan Çomar’larımızdan, Minnoş kedilerimizden, yaşamlarını tabii hayattan uzaklaştıran takıntılı ve kuruntulu insanların, en azılı düşmanlarıymış gibi, korkuldu. Onlar, taşlanarak uzaklaştırıldı, zehirlendi, şikayet edildi, belediyelerin itlaf ekipleri ile alınarak, ölüme gönderildi. Hal böyle olunca, yaşam hakkına saygı gösteren özel ve duyarlı insanlar 5199 üzerindeki ihmalleri, devletin yanlış dönen mekanizmalarını değiştirmek istedi. Bazen bireysel mücadelelerle günü kurtarmaya çalışan,  bazen de STÖ gücüyle birlikte hareket ederek çözüm yolu arayan hayvan severler, üstlerine vazife olmayan işlere karışmaya başladıklarında  duyarsız toplumun gözünde artık birer ayrık otları oldular.

 

 5199 Hayvanları Koruma Kanunu’nun Sahipsiz Sokak Hayvanları ile ilgili bölümünün sorumluluğu belediyelere verildiği için, belediyelerin veteriner Hekimi kontrolünde hayvanların yaşadıkları sokaklardan güvenli ve insani koşullarda  alınarak bakım evlerine götürülmeleri,  popülasyonu dengede tutmak için hayvanların kısırlaştırılmaları, aşılanmaları, küpelenmeleri, eğer hayatlarını sokakta idame ettiremeyecek kadar yaşlı ve güçten düşmüş, yahut sakatsa, bakımevinde kendi fizyolojik koşullarına uygun ortamlarda tutulmaları, dışarıda yaşamak için bir engeli yoksa, alındıkları yere geri bırakılmaları ve yine belediyelerin hayvanları bıraktıkları yerlerdeki belirli noktalara besleme ve su odağı kurmaları, dolayısı ile yemek ve su bulan hayvanların  çöplüklerden beslenmek zorunda kalmadan hayatlarını idame ettirmeleri, hem insan sağlığı, hem hayvan sağlığı için son derece önemliydi.

Ne yazıktır ki, söz konusu uygulama bugün Türkiye’sinde tam anlamı ile çok az kentte adabı ile işliyor ve diğer işleyemeyen kentlerde, yasayı uygulamak için hevesli ve sorunların farkında olan azimli kişiler tarafından da, bir hayalden öte gidemiyor.

Çok vahim bir durumdur ki, takıntılı insanların  kendi sokağında istemeyerek belediyeye şikayet ettiği  binlerce sahipsiz sokak hayvanları,  fiziki koşullarının yaşamalarına, rehabilite edilmelerine uygun olmayan belki de içinde hiçbir tıbbi alet ve  edevatı bulunmayan veteriner hekimi bulunmayan, adına bakımevi dedikleri cehennemlerde açlık, sefalet, hastalık içinde can veriyor. Yine doğmuş yavrular annelerinden alınarak, ıslak betonların üstünde tutuluyor. Bakım evlerinde havada asılı duran mikrop sebebi ile hiçbir  yavru kedi veya yavru köpek yaşayamıyor.

Bu durumu tecrübe ederek insanları uyarması gereken belediyeler tarafından, yeterince aydınlatılmayan iyi niyetli insanlar, iyilik yaptıklarını sanarak, Yeni doğum yapmış köpekleri yahut kedileri belediye ekiplerine teslim ederek bakımevi denen mezarlığa, ölüme gönderiyor. Dişleri bile çıkmamış yavrulara kocaman kemikler, kokuşmuş yemekler uzaktan atılıyor. Üst üste küçücük alanlarda, kendi pislikleri üstünde yatmak zorunda bırakılıyor. Büyük kentlerin,  adına bakımevi denen toplama kampları,1910 yılında Seksen bin köpeğin toplanarak gönderildiği açlık ve susuzluk içinde can verdikleri Lanetliada’ya benziyor. Bu açmazların farkında olan hayvan severler isyan ettiklerinde de, bakımevi cehennemlerinden içeriye alınmıyor. . 

Sokak hayvanlarına yaşatılan insanı olmayan bu tutumlar, denizin sadece bir damlası. Peki diğer türler? 

Hayvanat bahçelerinde, takma adı tutsak olan, yabani hayvan türleri kendi coğrafyalarından koparılarak psikolojik ve fizyolojik olarak yaşamlarına uygun olmayan mekânlara getiriliyor. Hayvanat bahçeleri yönetmelikleri, biyolojik çeşitliliğin korunması kapsamında evcil ve yabani hayvanların doğal yaşam koşullarındaki ortamlarının, hayvanat bahçelerinde en iyi düzeyde sağlanmasından bahseder. Ama uygulamaya gelince, Afrika savanlarında kilometrelerce koşan çitaların alanlarını düşündüğümüzde, bu ibarenin elle tutulur ve samimi bir yanı olmadığını görürüz. Ya stresten kendi patilerini yiyen, gözleri boş bakan leoparlar, aslanlar ve diğerleri...

Öte tarafta, yaşadığımız coğrafya ve kültür yapısıyla alakalı olarak, seslerini çok az insanımızın duyabildiği kafalarına vurulan çivili sopayla sersemletilip, canlı canlı derisi yüzülen foklar…Yada canlı av yaparak beslenirken, insan sağlığında terapi yaptığı hikayeleri ile, yahut gösteri amaçlı, okyanuslardan yakalanılarak paslı akvaryumlara kapatılıp ölü balık yedirilen, yüzlerindeki gülümsüyor görünümlerinin ve zekalarının kurbanı olan zavallı yunuslar… 

Ya da, Orman ve Su İşleri Bakanlığının her yıl açtığı ihaleler sonucu, avcı denilen katillerden para alarak, popülasyonu dengede tutmak, zayıf halkayı ayıklamak gibi saçma sapan bahanelerle öldürttüğü ayılarımız, narin geyiklerimiz…Avcıların tabaklarında bir övün olmak için, bir ömrü alınan diğer yaban hayvanlarımız..

İnsanların geçici hevesleri uğruna, ya sevgililer günü hediyesi, ya doğum günü hediyesi hikayesi ile satın aldıkları cins kedi köpekleri, hevesleri geçtikten sonra bilmedikleri sokaklara acımasızca terk ettikleri Petshop gerçekleri…Kozmetik sektöründe, kadınların güzelliklerine güzellik katacağı düşünülerek acılarla katledilen ve ilaç sektörü için kullanılan deney hayvanları…Gıda ve et sektöründe, çok çabuk gelişsin diye midelerine kapak açılıp hortum salınan, varlığı sadece ölüm amaçlı dünyaya getirilen büyük baş hayvanlarımız. Doğuda kaçakçılığa adları karıştı diye kolsuz bacaksız bırakılarak ölüme terk edilen katırlarımız. Çin’de yamyamlık boyutuna giren saçma sapan bir geleneksel günle  yakılarak öldürülen köpekler.. Meksika’da, matadorların mızrakları altında sadece ölmek için kızdırılan boğalar... Ülkemde bir yüz karası Deve Güreşleri. Ve diğerleri ve diğerleri…

Bunlar, dünyanın her yerinde et obur ve yırtıcı dinozorlardan daha tehlikeli gelmiş geçmiş en acımasız Irkın dünyayı nasıl yok ettiğinin örneklerinden sadece bir kaçı. Doğrusu bu mu olmalı? Keşke yaşam hakkına saygı duyan insanların sayıları, denizlerdeki kum tanelerinden fazla olsa. Ve insanlar bir gün keşke dememek için, kirletilen  denizlerin, yakılan, kesilen ormanların, anız yangınları ile öldürülen binlerce böcek ve sürüngen çeşidinin, kirletilmiş havanın hıçkırıklarını duyabilse. Eko sistemin bir orkestra gibi yavaştan yükseğe doğru güçlü çıkan hıçkırıklarına daha fazla dayanamayan doğa, azgın bir dalgaya dönüşmeden insanlık fark edebilse. Yüzyıllar süren korkulu bir rüyadan uyanır gibi, belki bir gün silkelenir de, kendimize geliriz. İnsan’ı insan yapan en güzel erdemleri kuşanır, yaşamın bizim ellerimizde olduğu bilinciyle gelecek nesillerin emanetleri bitki ve hayvan türlerinin devamının, ancak doğaya saygı ile mümkün olabileceğini anlayıp, kaplumbağaları cam fanuslardan çıkarır, kuşun bozduğumuz yuvasını onarır, Ormanlar kralı arslanı kafesten salarız.

 Belki bir şansımız olur da, dünyayı yeniden güzelleştirebiliriz. İşte o zaman, ruhsuzlaşan hayatlarımıza sevgi, bencilliğimizin ve yalnızlığımızın olduğu yere bizcilik koyar, acı , hastalık ve ölüm olan yere, özveriyle yoğrulmuş bir güneş ışığı yerleştirebiliriz. Türleri yok etmek yerine, bir anka kuşu gibi küllerinden yeniden umuda dönüştürür, insanlığın kararan dünyasına yıldızlar serpebiliriz

Yeterki, fark edebilelim. Bakan değil, gören gözler olalım. Dünyayı  daha güzel fark edebildiğimiz  4 Ekimlere ulaşabilmek dilekleriyle..

 

Anahtar Kelimeler : “4, EKİM, KUTLAMA, DEĞİL, İMDAT, ÇAĞRISIDIR”

Haber Yorumları ( 0 Adet)

Adınız
E-mail Adresiniz
Güvenlik Kodu Lütfen Resimdeki kodu yazınız
Bu Habere Yorum Yapılmamış.
İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz?

Son Haberler

 

Ordu Yeni Haber Gazetesi Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz :
Email Adresiniz :
Arkadaşınızın İsmi :
Arkadaşınızın E-Mail Adresi :
Varsa Mesajınız
Güvenlik Kodu Lütfen Resimdeki kodu yazınız